Roza Tulga
Tarkovski’nin Stalker filmi, açılış sekansında üç ana karakterin buluşma anını sepya tonlarla resmederek filmin ruhsal ve düşünsel evrenini daha ilk anda kurar. Filmin yapısı, klasik anlatı ve dramaturjik çatışmalardan ziyade bir yolculuğun aşamalarını izler. Bu yolculuk yalnızca mekânsal değil; aynı zamanda ruhsal ve tinsel bir ilerlemedir.
Sinematografik açıdan bakıldığında görüntü dili durağan, yüksek kontrastlı; mat, monokrom ve kirli bir estetikle şekillenir. Endüstriyel atıklar, enkazlar ve dar mekânlar; melankolik, yorgun ve çöküntü hâlindeki bir dünyayı betimler. Bu görsel çoraklık, yalnızca fiziksel çevreyi değil, insanın tinsel durumunu da yansıtır. Dünya çoraklaştıkça, insan ruhu da içsel bir tükenmişliğe sürüklenir. İnsan, kendi ruhsal enkazı içinde bir teslimiyet hâlindedir. Tarkovski, Stalker’da bilinçli olarak boğucu bir dünya kurar. Seyirciyi renkten mahrum bırakarak tinsel bir kuraklık duygusu yaratır. Ancak bu karanlık ve renksiz atmosfer, yalnızca umutsuzluğu değil; tam tersine, umudun gerekliliğini de ima eder. Kötü ve yozlaşmış bir dünya gösterilirken, bu dünyanın içinde hâlâ bir kurtuluş ihtimalinin var olduğu sezdirilir.
Üç Ana Karakter: İnanç, Kuşku ve Akıl
İz Sürücü (Stalker), Yazar ve Profesör; filmin felsefi omurgasını oluşturan üç temel varoluş biçimini temsil eder. Bu üçlü içinde inancın sembolü olan Stalker, peygambervari bir rol üstlenir ve filmin asıl kalbini oluşturur. Modernist bir evrende kutsallığa hâlâ temas edebilen, belki de son insan figürü gibidir. Bölge’de ilerlerken adeta dinsel bir teslimiyet hâli içindedir. Kuralları sorgulamaz; doğayı olduğu gibi kabul eder ve onu ahlaki yasalarla eş tutar. Stalker’ın amacı Bölge’yi kullanmak değil, insanlığı kurtarmaktır. Ancak filmin temel ironilerinden biri de burada ortaya çıkar: Kurtarmaya çalıştığı insanlar buna gerçekten değer mi? Filmin ilk sekansından sonuna kadar Stalker’ın bakışlarında hissedilen sessizlik, onun insanlığa duyduğu kırılgan merhamet ile inancının saflığı arasındaki çatışmayı görünür kılar. Yazar karakteri, yetenekli fakat yorgun ve tükenmiş bir figürdür. O, modern insanın ve modern sanatçının varoluşsal kuşkularını taşır. Kendi yeteneğine, motivasyonuna ve hatta arzularına bile güvenmez. Sürekli olarak kendine şu soruyu yöneltir: “Ben gerçekte ne istiyorum?” Odaya girmek ister; fakat aynı zamanda bundan dehşet duyar. Çünkü Oda, insanın söylediği arzuları değil, gerçek ve bastırılmış arzularını açığa çıkarır. Yazar anlam üretir; fakat ürettiği anlama inanmaz. Bölge onun için ilham kaynağı değil, inşa ettiği maskenin düşme ihtimalidir. Profesör ise akılcılığın ve bilimsel düşüncenin temsilidir. Bölge’yi anlamlandırmak, kontrol altına almak ve gerekirse yok etmek ister. Ancak onu Bölge’ye getiren asıl neden, yok etmek istediği şeyden duyduğu korkudur. Yanında taşıdığı bomba, bu korkunun somutlaşmış hâlidir. Bu bomba, etik sınırlarından kopmuş bilginin nasıl yıkıcı bir güce dönüşebileceğinin metaforu olarak okunur. Stalker, insanın inanç, akıl ve anlam arayışı karşısındaki kırılganlığını sinematografik bir dil aracılığıyla görünür kılar. Tarkovski, çorak bir dünya tasviri üzerinden insan ruhunun tükenmişliğini anlatırken; aynı zamanda bu tükenmişliğin içinden doğabilecek umudu da sessizce fısıldar.
