VENG RADYO CANLI

  • ANA SAYFA
  • GÜNDEM
  • BÖLGE
  • EKONOMİ
  • DÜNYA
  • KÜLTÜR SANAT
  • BİLİM
  • YAZARLAR
  • ANA SAYFA
  • GÜNDEM
  • BÖLGE
  • EKONOMİ
  • DÜNYA
  • KÜLTÜR SANAT
  • BİLİM
  • YAZARLAR
  • ANA SAYFA
  • GÜNDEM
  • BÖLGE
  • EKONOMİ
  • DÜNYA
  • KÜLTÜR SANAT
  • BİLİM
  • YAZARLAR
  • ANA SAYFA
  • GÜNDEM
  • BÖLGE
  • EKONOMİ
  • DÜNYA
  • KÜLTÜR SANAT
  • BİLİM
  • YAZARLAR

VENG RADYO CANLI

Anasayfa » Our Authors » İklim krizi felaketi büyüyor: Diyarbakır’da su krizi kapıdan içeri girdi

İklim krizi felaketi büyüyor: Diyarbakır’da su krizi kapıdan içeri girdi

0
By Veng Haber on 09/05/2025 Gündem, Öne Çikanlar
Paylaş
Facebook Twitter Email WhatsApp Copy Link

VENG- Dünyayı, insanlığı felakete sürükleyen iklim krizinin bölgedeki etkilerine ilişkin konuşan Diyarbakır Barosu Çevre ve Kent Komisyonu Başkanı Avukat Ahmet İnan, “Bir su krizi kapıda. Kapıda değil içeri girmiş yani. Bugün Diyarbakır’da her yaz planlı su kesintileri başladı artık. Ki bunlar iyi İyi dönemleriniz” dedi.

İklim krizinin Türkiye ve bölgedeki etkilerini değerlendiren Diyarbakır Barosu Çevre ve Kent Komisyonu Başkanı Avukat Ahmet İnan, kapitalist sistemin doğayı tüketen, insanı sömüren yaklaşımına karşı durulması gerektiğinin altını çizerken, iklim krizinin yıkıcı etkilerine karşı ekoloji ve meslek örgütlerinin ortak hareket ederek mücadeleyi büyütmesinin önemine vurgu yaptı.

Veng Radyo’da her hafta Çarşamba günleri yayınlanan toplum ve hukuk programının bu haftaki konuğu Diyarbakır Barosu Çevre ve Kent Komisyonu Başkanı Avukat Ahmet İnan oldu.

Program sunucusu Avukat Yusuf Erdoğan,  bu haftaki programda iklim krizini masaya yatırdı.

İklim krizinin çok kapsamlı bir konu olduğunun altını çizen Erdoğan, dünyada, Türkiye’de ve özellikle de bölge illerinde de çokça tartışılan bir mesele olduğunu belirtti.

“İKLİM KRİZİ ARTIK KAPIDAN İÇERİ GİRDİ: O FELAKETİ HEPİMİZ HAYATIMIZDA HİSSEDİYORUZ”

“Yaklaşan felaket iklim krizi” başlığı altında konuşulan konuya ilişkin söz alan Diyarbakır Barosu Çevre ve Kent Komisyonu Başkanı Avukat Ahmet İnan, iklim krizi üzerine sözlerine şöyle başladı: “Biz yaklaşan iklim krizi diyoruz ama artık yaklaşan değil. O kapıdan içeri girdi. Bugün dünyada kutluğundan işte temiz gıdaya ulaşım probleminden, kirli hava probleminden binlerce insan ölüyor. Binlerce insan işte hastalanıyor. Artık yaklaşan o bir 10 yıl 15 yıl önceki terimdeyim. Artık o kapıdan girdi o felaket. O felaketi hepimiz hayatımızda hissediyoruz.

İklim krizini hani tanımlarken şöyle bir mesela atmosferdeki dengesiz sapmaların üzerimizdeki etkileri olarak böyle basit genel bir tanım yapabiliriz. Ama daha kilit nokta biz iklim krizini sistem krizinin bir sonucu olarak görüyoruz. Yani başlı başına bir neden sonuç değildir iklim krizi. Sistem krizinin yarattığı bir nedendir, bir sonuçtur. O yüzden bütünlüklü bakabilmek önemli bu konuda.”

“SERMAYENİN GÖZÜ DAHA DA KARARDI”

İklim krizinin egemen kapitalist sistemden kaynaklandığına vurgu yapan İnan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Dünyadaki hakim sistem kapitalizm olduğu için ondan bahsediyoruz. Bunu aslında daha önceki programlarımızda da çok tartıştık. Özellikle kapitalizm sizin de bildiğiniz üzere daha çok kar etmeye, daha çok emeği sömürmeye yönelik bir sistem olarak adlandırılıyor. Tabii insan emeğinden artık doğanın da sömürülmesine, doğaya yönelik tahrip edici yaklaşımlarıyla da ön plana çıkıyor. Dünyada da aslında tartışılan hususlardan biri. Bir önemli veri paylaşayım. Belki bunun üzerine de konuşuruz. Şimdi Dünya Meteoroloji Örgütü verilerine göre 2024 yılı gezegenimizde sıcaklığının takip edildiği geçtiğimiz 175 yıl içerisinde kaydedilen en sıcak yıl. Yeryüzü ortalama sıcaklığını ise 1,5 santigratın üzerinde seyrettiği ilk takvim yılı oldu diyor. Ve bir tehlikeye işaret ediyor aslında. Diyor ki: “Eğer sıcaklıklar bu seyirde devam ederse sizin bahsettiğiniz gibi gıda krizinden birçok krize kadar krizle karşı karşıyayız. Çünkü her yıl yine artmaya devam eden sera gazı emisyonları geçtiğimiz yıl yani 2024 yılını kastediyorum. Rekor seviyelere ulaşmış durumda.

Peki Türkiye’de durum ne? Özellikle bölgemiz açısından nasıl bir tablo var. Bölgemiz biliyorsunuz tarım havzalarının çokça olduğu bir bölge. Yine hayvancılık insanların geçim kaynağı olarak edindiği bir iş.

Kapitalist sistem sonlu bir sistemde sonsuz büyüme arzusudur. Aslında bunun bilimsel tanımı kanserdir. Yani sonlu bir sistemde sonsuz büyüme tıbben ve bilimsel olarak kanserdir. Kapitalizm kanserli bir sistem, insanlara işte felaketleri getiren bir sistemdir. Bugün bu sonsuz büyüme arzusu yeraltına, yerüstüne saldırma, onları metalaştırması söz konusu. Aslında insanların bugün neolitik çağdan bu döneme gelen insanların toplumun doğayla barış içinde yaşama arzusuna karşıdır bu sistem. İnsanla doğa arasındaki anlaşmayı bozan, ona sekte vuran ve ben daha ne kadar yerin altını üstüne getirebilirim dürtüsüyle hareket eden bir sistem. Ben yerin üstünde akan suyu ne kadar ticarete açabilirim? Ben kokladığımız havayı nasıl paketleyip insanlara satabilirim? Evet, bu emek sömürüsü yapan, kimliklere, farklı kültürlere karşı tekleştirici bir politika izleyen sistem doğaya da aynı şekilde bu mantıkla yaklaşıyor. Ve bu durum artık günümüzde kaldırılamayacak bir seviyeye geldi.

Yani tüm dünyada işte bugün Amerika ile Çin nadir element minerali üzerine büyük bir savaş başlattı. Biliyorsunuz o Trump’ın Ukrayna Başbakanını azarlama meselesinin özünde Ukrayna Başbakanı yeraltı kaynaklarının Amerika’ya açılmasına izin vermedi sözleşmede. Yani bugün dünyada yeraltına saldırılar var, yerüstüne saldırılar var ve bu tutucu, gerici faşist politikalarla beraber kendini gösteriyor, artıyor. Yükselen sağla beraber, yükselen faşizmle beraber yeraltı kaynaklarına saldırı da doğru orantılı bir şekilde, doğaya saldırı doğru orantılı bir şekilde artıyor. Zaten bugün artık birçok yerde biz şirket-devlet modelini görüyoruz.

Bugün işte Elon Musk’ın Trump’la beraber Amerika’yı yönetme şeyi bir kar şirket gözüyle devletlerin artık vücut bulması farklı bir aşamaya geldi. Bu özellikle pandemiden sonra olan bir şey. Çünkü pandemide sermaye çarklarını döndürmemeye başladı ve git gide biz ne yapabiliriz? Bugün Kulp’un Lice’nin dağ köyünde Amerikalı bir şirket gelip petrol arıyor, maden çıkarıyor. Evet. O yüzden gerçekten sermayenin gözü daha da karardı. Bugün Almanya sosyal devlet ilkesine ayırdığı bütçeyi askeriye ayırıyor ve dünya hakları için büyük bir problem var.”

“BU ÇİÇEK BÖCEK BAHÇECİLİK MESELESİ DEĞİL HAYATA KALMA MESELEMİZ”

İklim krizinin etkilerinin meteorolojik verilerden öte insanların yaşamını bozan güncel halini gözler önüne seren İnan, şunları söyledi: “Artık bu kriz o kadar günlük hayatımızda, yaşamımıza, sosyal ilişkilerimize etki etti ki o kadar soyut verilere bile gitmeye gerek yok. Köyündeki insan, köyündeki o kaynak suyun, 100 yıldır akan o suyun kuruduğunu görüyor. Bugün hepimizin çevresinde bu tarım ilaçlarından kaynaklı kanser vakaları var. Ailesinde var. Çok aydın olmaya başladı. Evet. Yani iklim krizi artık bir veriye bir yer Bakmaya gerek yok.

Bugün yazın aşırı sıcaklık artışları işte sel baskınları düzensiz yağış 3 hafta biz kışın yağış görmedik. O yağışın bir günde gelmesi ile beraber bu sefer taşkınlar sel felaketleri ve tüm Türkiye’de işte çiftçileri uğran o baharda çiçek ağaçtan sonra gelen ani dolu baskını.

Yani artık bu hayatımızda bu çiçek böcek bahçecilik meselesi değil hayata kalma meselemiz. Bugün 2050’de Su Atlası’nın raporuna göre Avrupa’da çölleşmenin başlayacağı ilk ülke Türkiye. Su krizinden hastalıkların ve ölümü Türkiye’de 2050 yılında bekleniyor. Şimdi böyle bir dünya gerçekliği varken böyle bir bölgesel gerçeklik varken biz ne yapıyoruz? Biz nasıl tedbirler alıyoruz? Biz nasıl hareket ediyoruz? Bu konu kritik.”

“TÜRKİYE’NİN PARİS İKLİM ANLAŞMASINA ÜYE ÜLKELERDEN BİRİ”

Türkiye’nin Paris iklim anlaşmasına üye ülkelerden biri olduğuna değinen İnan, şöyle devam etti: “Paris iklim anlaşması az önce bahsettiğiniz küresel iklim krizine karşı sıcaklık artışını iki derece ile sabitlemeyi hedef gözeten, karbon emisyonunu sıfıra indirmeyi hedefleyen uluslararası dünyadaki tüm önemli ülkelerin önemli aktörlerin katıldığı bir anlaşmadır ve Türkiye bu kapsamda orman varlığını koruyacağını hatta artıracağını, su havzalarını koruyacağını, tarım topraklarını koruyacağını, mera alanlarını koruyacağını Açıkça taahhüt ediyor ve bu uluslararası Paris iklim anlaşmasına göre zaten Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ismi ne? İklim değişikliği ibaresi eklendi. Ve buna göre Türkiye Tarım ve Orman Bakanlığı tüm bakanlıklar yani yayınladığı iç genelgelerde tarım topraklarını, orman alanlarını su havuza koruyacağını taahhüt ediyor. Yani sadece uluslararası imzalamış olduğu sözleşme değil onun yansıması olarak yayınlamış olduğu iç genelgelerinde de bunu taahhüt ediyor.”

“BU PROJELERE İZİN VEREN BAKANLARIN YETKİLİLERİNE DE SU LAZIM, TEMİZ HAVA LAZIM”

Türkiye’nin taahhütlere tezat oluşturacak uygulamalarına değinen İnan, şunları ifade etti: “Şunu net bir şekilde söyleyebilirim. Diyarbakır özelinde, Şırnak’ta, Mardin’de, Batman’da, Muğla’da, Aydın’da, İzmir’de nerede bir orman alanı varsa, nerede bir orman alanı varsa orayı madene açıyor, orayı GES’e açıyor, nerede Bir sulak alan su havzası varsa orayı tehlikeli kurşun, bakır madenine açıyor. Yani sanki imzalamış olduğu sözleşmelerin özellikle aksine hareket ediyor.

Şimdi biz Diyarbakır’da Barosu olarak Birleşmiş Milletler’e bununla ilgili raporlar da sunduk. Alana çıkıp daha bugün, dün, önceki gün Kulp’ta mera alanı yok edilen, hayvancılıkla geçilen bir köydeydik. Yani ben buna şaşırıyorum. İmzalamış olduğu bu sözleşmenin tam aksine hareket edebilmek kendilerine de felaket getirecek. Yani bu projelere izin veren bakanların yetkililerine de su lazım, temiz hava lazım.

O ormanı yok eden şirketin kendisine de çocuklarına da temiz hava su lazım. Gerçekten Büyük bir felakete doğru gidiyoruz. Halkın, toplumun, STK’ların, meslek örgütlerinin dayanışarak yaşam alanlarını acilen savunması lazım. Sizin bahsettiğiniz husus çok önemli. Paris Antlaşması’nın şimdi ben de daha önce biraz bu programa hazırlık için bakmışım. 195 ülke imzalamış Türkiye’ye dahil ve bahsettiğiniz bütün taahhütler var aslında.

Yani biraz bu iklim krizini aşmak için neler yapabiliriz diye bu ülkeler toplanmış ama sizin bahsettiğiniz meselelere dair peki nasıl bir süreç yürütülüyor ya da yürütülmüyor Özellikle bölgedeki bu maden arama şirketlerinin faaliyetleri işte HES’ler GES’ler diğer faaliyetlere ilişkin nasıl bir hukuki süreç işletiyorsunuz? Şöyle spesifik örnekler üzerinden gidelim.

Mesela Lice’de Mızak yani Kürtçe ismi Mızak Kılıçlı köy Türkçe bir köy burada 700 hektar orman alanı 700 hektar orman alanı bakır madenine ruhsatlandı. ÇED raporu alınıp şirket orada gelip faaliyete baş Başlayınca köylülerle birbirine girdi. Köylüler bize baroya haber verince biz de şehirdeki Ekoloji Derneğini, TMO’yu ilgili kesişim alanındaki tüm sivil toplum örgütlerini, meslek örgütlerini haber ederek alana gittik.

Alanda hakikaten insanların köyüne yapışık bu orman alanının yok edilmesinin, oradaki yaşamı yok edeceğini, biyoçeşitliliği yok edeceğini ve bu orman alanının içinden onlarca su kaynağı geçiyor. Köyün su kaynağı buradan geçiyor. Biz ÇED raporuna olumlu işlemi veren bakanlığın bu kararına karşı iptal davasını açtık.

Ama maalesef Türkiye’de hukuka olan güvenin olmadığını, mahkemelerin, bilirkişilerin yeterli ve adaletli hareket etmediğini bildiğimiz için burada biz hep şunu söylüyoruz. Yani toplumsal tepki kamuoyu çok önemli.”

“SU KRİZİ”

Ekolojik yıkıma karşı toplumsal tepkilerin ortaklaştırılması gerektiğinin altını çizen İnan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Evet. Oranın yerelinin, oranın halkının kendi yaşamalarına sahip çıkması ve diğer Destek örgütleriyle, sivil toplumla koordine olup orada yaşam alanlarını savunabilmesi sadece işe bir mahkeme. Çünkü ekoloji dediğimiz bugün mahkeme salonlarında dört duvar arasında beton işte etrafı çevrili binalar arasında savunulacak bir şey değil. Bar olarak bunun farkına vardık ve sahaya çıktık. Derelere, dağlara çıktık. Köylerle buluştuk. Onları dinledik. Saha gözlemleri yaptık. Diğer sivil toplumu oraya getirdik. O yüzden Ekoloji alanında evet hukuki kısmı da önemlidir. Önemli bir parçadır fakat birçoğu daha parça var. Şimdi biz şeyi merak ediyoruz. Türkiye imzalamış olduğu Paris İklim Anlaşması’nda orman varlığını koruyacağını ve artıracağını taahhüt ediyor. Lice, Kılıçlı köyünde 700 hektar orman alanını yok edecek çünkü maden biliyorsunuz. Evet. Alan önce tıraşlanır, komple tıraşlanır, sonra patlatma yapılır. Bunu nasıl yapıyor?

Yani bu nasıl bir çelişkidir? Veya bu bir sözleşme de imzalanmamış olsa bir yaşamı yok etmek Bu kadar kolay mıdır? Kulp Kasor havzası, Ak Doruk, Narlıca, İslamköy bu bölgelerin olduğu yerde Kulp’un 40 köyünün su ihtiyacını karşılayan su kaynağı ve Kulp merkezinin ihtiyacını karşılayan su kaynağının hemen yanına gidip maden sondajı atıyorlar. 4. grup maden. Şimdi biz ne dedik? Bir su krizi kapıda. Kapıda değil içeri girmiş yani. Bugün Diyarbakır’da her yaz planlı su kesintileri başladı artık. Ki bunlar iyi İyi dönemleriniz. Şimdi bizim bölge aslında su açısından daha avantajlı olması gereken bölge. Diyarbakır’ın yeraltı Evet. su kaynakları zengin bir bölge Evet. Gitti burada maden arama çalışması yapıyorlar. Köylülerle jandarma karşı karşıya, şirket karşı karşıya geldi. Biz alana gittik, miting düzenledik. Diz ki Mapeg’e maden ve petrol genel müdürüne bir yazı yazdı. Bak benim orada su kuyum var. Çünkü nedir?

Bu maden aranırken yeraltında patlatma yapılırken zehirli kimyasallar kullanılıyor. Yer altında patlatma yaparken kayaçlar geçirimli hale geliyor. O geçirimli hale gelen kayışlardan o kimyasal kullanılan sondajla yeraltına gönderilen kimyasallar sızarak etraftaki su rezervlerine sızabiliyor. Şimdi yani bu kadar olmaz. Biz o yüzden artık uluslararası sözleşmeymiş, oymuş, buymuş değil. En basitinden yaşam hakkımızı savunuyoruz.

Bugün oradaki köylü su olmadığında o dağ köyünde yaşayamayacağını biliyor. Ki bu köyler 90’larda boşaltılmış köyler. Evet, o yüzden biz bunun bilinçli olup olmadığını da bugün artık tartışmak zorundayız. 90’larda boşaltılan tüm köylerde şimdi artık bombayla, yakmayla değil madenlerle, barajlarla boşaltılmış Boşaltma politikası izleniyor. Bu konuyu konuşmamız lazım. Yani evet sermaye birikimi söz konusu.

Yalnız işin bir yandan da kimliksizleştirme, yerinden etme, göç ettirme politikasıyla karşı karşıyayız. Bunlar mesela size mera alanıyla ilgili bir örnek vereyim. Biz pazar günü Kulp’un eski Ağaçlı köyün köyündeydik. Köy hayvancılıkla geçiniyor. Köyün tek mera alanı var. Ve bu mera alanının ortasında bir gölet var. Buraya 300 dönümlük GES yapıyorlar.”

İKLİM KRİZİ VE GÖÇ

İnan, GES’lere ilişkin de konuşmasını şöyle sürdürdü: “Güneş enerjisi sistemi. Yani işte GES güneş enerjisi, res rüzgâr enerjisi, işte Evet maden, barajlar. Mesela GES normalde biz işte daha temiz enerji diye nitelendiriliyor nitelendiriyoruz. Ama yanlış yerde, yanlış şekilde yapılırsa bir termik santral kadar zararlı olabiliyor. Bugün o GES’i sen kalkıp hayvancılığı bitirecek şekilde mera alanında inşa edersen Evet, bu sefer termik santralden bir madenden hiçbir farkı kalmıyor.

Şimdi burada bu insanlar ne ile geçinecek? Bizim soframıza gelen gıda nereden geliyor? O köylerden gelmiyor mu? Az önce gıda krizinden bahsettik. Kanserden bahsettik. İlaç zehir, tarım zehirleri nedeniyle soframıza sağlıklı gıda gelemedi. Sağlıklı gıdanın son kaldığı bu yerler işte endüstriyel olmayan üretimin, geleneksel üretimin yapıldığı, zehirlerin kullanılmadığı üretimlerin yapıldığı bu mera alanlarını da biz yok edersek biz ne yapacağız?

Yani ha biz kendimizi açığa konuşuyoruz metropollerde yaşayan olarak. Ama bunu geçerim. Orada o insanın geçim kaynağı. O insan diyor ki benim dedemin mezarı bu köyde. Ben nereye gideceğim? Buradan göç edersem. Ben gitmek istemiyorum o şehirlere. Bizim yerelin iradesine saygı gösteren, suyun, toprağın, havanın hakkını gözeten bir sistem inşa etmemiz, buna saygı göstermemiz lazım. Çünkü doğayla olan savaşı kazanmamız mümkün değil.

Doğayı üzerinde tahakküm kurarak, metalaştırarak biz insan Oğlunun da geleceğini yok ediyoruz. O yüzden şehirde bir savunma ağı oluşturulmalı, bir direnç oluşturulmalı. Bugün ben hep söylüyordum. Diyordum ki yakında bize havamızı paketleyip satacaklar. Bu meclise gelen son iklim kanunuyla şöyle bir husus vardı.

Kirli enerji üreten fabrikalara dediler ki istediğiniz kadar kirli enerji üretin ama gidin karşılığında temiz hava, temiz enerji parayla satın alın. Bugün artık kokladığımız hava bile metalaştırıldı, ticarete açıldı. Bunun daha ileriki aşamalarına geçeceğiz. Yani kim yaşam alanlarını savunduysa. Konuşmanın başında bir şey söyledim. Dedim ki: “Amerikalı, Avrupalı şirketler gelip Diyarbakır’ın Sur ilçesinde, Lice ilçesinde tarım alanlarını acele kamulaştırmayla köylülerden alarak petrol sahalarını açıyor. Kim yaşam alanlarını savunduysa savundu. Savunmadıysa geçmiş olsun. Şırnak dünyanın en önemli doğa alanlarından biri rekor orman kesimi yapıldı. Bugün Batman’daki KOAH hastalarına Astım hastalarına diyorlar ki, doktorlar, “Çıkabiliyorsanız Batman’dan çıkın.” Evet.

Şimdi kolay mı insanın geçmişini, ailesini, işini, kültürünü, yaşadığı hafızasını bırakıp göç etmesi? Aynı şeyi bize Diyarbakır’da söyleseler biz ne yapacağız? Yani bugün bu tehlike var. O yüzden yaşam alanlarımızı inatla ve eserle savunmalıyız. Yalan söylüyorsan mecliste sunulan iklim kanunundan bahsettiniz. O geri çekildi sanki. Birkaç değişikliğe tekrar gelecek. Evet. Ama hani artık Bunun altyapısını oluşturdular. Yani yine birkaç değişiklik ile tekrar getirecekler. O bakımdan da oradaki sivil toplumun, ekoloji örgütlerinin, muhalefet partilerinin direnci önemliydi.”

Bölgedeki ekoloji mücadelesinin Türkiye genelinde görünür olmasına ilişkin de İnan şunları belirtti:

“Bölgemizde de Diyarbakır’da da ekoloji mücadelesi hala yeterince oluşmadı. Diyarbakır’da ekoloji mücadelesi yeni oluştu. Bir iki yıllık yani aslında ekoloji mücadelesi derken evet ekolojinin gerçek anlamda bir mücadelesi. Sahaya inmeler, köylere gitmeler, hukuki davalar, basın, sivil toplumla köyün dayanışması bu son bir iki yıllık süreç. Ben şuna inanıyorum. Gerçekten Mücadele edilirse, gerçekten mücadele, direniş, güç haline gelirse zaten sen gündemleşiyorsun. O mücadele güç haline gelmeden, bir mücadele vermeden onun gündemleşmesini beklemek doğru değil. Bugün biz kendimizi de eleştirelim. 20 yıldır, 30 yıldır, 40 yıldır biz ne yaptık? İkizdere’de bu Bergama’da gündemleşen ekoloji mücadeleleri bizim arkadaşlarımız yakinen tanıyoruz.

Bizim zaten mesela şu anda artık son 2 yıldan sonra inanın tüm batıdaki ekoloji örgütleri de bizim bu mücadelemizi alıntılıyor, paylaşıyor, bağ kurduk, gidip geliyorlar ve biz zaten inanılmaz bir gündem yaratıyoruz. İnanılmaz bir baskı yaratıyoruz. dayanışma iklimi de oluştu. Oluşuyor. Dayanışmanın da oluşması için önce mücadele lazım. Evet. Hiçbir şey yapmayıp biz niye İkizdere kadar gündeme gelmiyoruz demek doğru değil. O yüzden biz o mücadeleyi güç haline getirebilirsek zaten gündemleşeceğiz. Yani bundan yana hiçbir şeyimiz yok, sakıncamız yok.

EKOLOJİ VE MESLEK ÖRGÜTLERİ ORTAK HAREKET ETMELİ

Diyarbakır Barosu Çevre ve Kent Komisyonu Başkanı Ahmet İnan,  son olarak ise şunları söyledi: “Biz halkın bilinçli olduğuna, halkın yaşam alanlarını savunabilecek bir durumda olduğuna inanıyoruz. Sivil alanın işte ekoloji örgütlerinin, meslek örgütlerinin daha iyi koordinasyon göstermesi ve bunun bir bütün halinde, Diyarbakır’dan Şırnak’tan işte İkizdere’ye kadar bir bütün halinde koordinasyonun sağlanması için temenni ediyoruz. Ve bu iklim krizi aslında bir yaşama dönük, yaşamımıza dönük bir saldırıdır. Buna direnç oluşturmak için, buna karşı tepki oluşturmak için daha fazla çalışmalıyız. Daha fazla koordinasyon geliştirmeliyiz.”

Share. Facebook Twitter Email WhatsApp Copy Link

Diğer Yazıları Gör

Diyarbakır’da Kirmanckî Meclisi kuruldu

Diyarbakır Eş Başkanı Hatun: Dil için sorumluluğumuzu yerine getireceğiz

PKK kongresine DEM Parti’den açıklama

SON YAZILARIMIZ

Diyarbakır’da Kirmanckî Meclisi kuruldu

09/05/20253 Views

Diyarbakır Eş Başkanı Hatun: Dil için sorumluluğumuzu yerine getireceğiz

09/05/20251 Views

İklim krizi felaketi büyüyor: Diyarbakır’da su krizi kapıdan içeri girdi

09/05/20254 Views

PKK kongresine DEM Parti’den açıklama

09/05/20252 Views
EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
Gündem

Diyarbakır’da Kirmanckî Meclisi kuruldu

09/05/20253 Views

VENG- Kirmanckî Meclisi’nin kuruluşunun ilanında konuşan MED-DER Eşbaşkanı Şükran Yakut, asimilasyon politikalarına karşı çıkma çağrısında…

Diyarbakır Eş Başkanı Hatun: Dil için sorumluluğumuzu yerine getireceğiz

09/05/2025

İklim krizi felaketi büyüyor: Diyarbakır’da su krizi kapıdan içeri girdi

09/05/2025

PKK kongresine DEM Parti’den açıklama

09/05/2025
SOSYAL MEDYA HESAPLARIMIZ
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram
  • YouTube
Hakkımızda

venghaber.com sitesinde yayınlanan yazı, haber ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Veng Radyo'ya aittir. İzin alınmadan, kaynak gösterilmeden ve link verilmeden paylaşılamaz

Bizimle İletişime Geçin:
Email : [email protected]
Telefon: 05324897424

Facebook X (Twitter) Instagram YouTube WhatsApp
SON YAZILARIMIZ

Diyarbakır’da Kirmanckî Meclisi kuruldu

09/05/2025

Diyarbakır Eş Başkanı Hatun: Dil için sorumluluğumuzu yerine getireceğiz

09/05/2025

İklim krizi felaketi büyüyor: Diyarbakır’da su krizi kapıdan içeri girdi

09/05/2025
Biz Kimiz?

Veng Haber; görmezden gelinen ötekilerin, kadınların, gençlerin, doğanın sesi soluğu, hakikatin tarafı olmak için yola çıktı.
Güç odaklarının, zorbaların çizdiği sınırların dışında, yeni bir ses, yeni bir nefes olmak için yayındayız.
İlkeli, bağımsız, özgür ve tarafsız habercilik anlayışıyla yola çıkan Veng Haber; gündemin arka planını, saklanan gerçekleri ve ezilenlerin duyulmak istenmeyen seslerine çığlık olmanın azami gayretindedir.

venghaber.com sitesinde yayınlanan yazı, haber ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Veng Radyo'ya aittir.
  • Künye
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • Kullanım şartları
  • Gizlilik politikası

Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.

Reklam Engelleyici Etkin!
Reklam Engelleyici Etkin!
Web sitemiz ziyaretçilerimize çevrimiçi reklamlar gösterilmesiyle mümkün olmaktadır. Lütfen Reklam Engelleyicinizi devre dışı bırakarak bize destek olun.